ABDALLIK GELENEĞİ ve NEŞET ERTAŞ



Müzik, ilkel sayılan kavimlerden günümüzün modern toplumlarına gelene kadar, her çağ ve coğrafyada, insan hayatının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Müzikle ilgili arayışlar, birçok toplumda farklı müzik gruplarının ortaya
çıkmasına zemin hazırlamıştır. (Duygulu 1997: 108-121). Profesyonel olarak müzikle uğraşan bu gruplar, Kırşehir’de “abdal” olarak bilinir ve ünleri çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Müzisyen “abdal toplulukları”,
müziği bir meslek olmaktan çok, hayatın ayrılmaz bir parçası hatta kendisi olarak benimsemişlerdir. Abdal olarak isimlendirilen bu toplulukların ortaya çıkışı ve tarih içerisindeki fonksiyonlarını ele alan birçok çalışma yapılmıştır. Fuat Köprülü, abdal topluluklarının tasavvuf, din tarihi, edebiyat ve etnografya bakımlarından ayrı ayrı incelenmesinin önemine işaret eder. (Köprülü 1989: 362-417). Abdal terimi, tasavvuf çevrelerinde, “Dünya ilgilerinden kurtularak kendisini Allah yoluna adayan ve ‘ricâlü’l gayb [her devirde olan fakat görülmeyen ve Allah’ın emirlerine göre insanları idareye çalışan mübarek kimseler]’ diye adlandırılan evliya zümresi içinde yer alan sûfî veya eren.” (Uludağ 1988: 59), kimseleri karşılamak için kullanılmıştır.

Tasavvufi kaynaklara göre abdallar, “Saç ve sakalları birbirine karışmış, solgun yüzlü, hareketsiz, işsiz güçsüz, çocuksuz, yeryüzünde tek bir dikili ağacı bile bulunmayan ve yalnızca kendilerine gösterilen hedefe ulaşmak için katılacakları yarınki yarışa bugünden idman yaparak hazırlanan kişiler.” (Uludağ 1988: 59), olarak tanımlanmaktadır. Bunlar, ermiş sıfatını sadece çok oruç tutup namaz kılarak değil gönül zenginliği, kalp temizliği ve insanlara yardıma çalışarak almışlardır.

Abdal tabiri, XIV. yüzyıldan öncesine ait bazı İran kaynaklı edebi eserlerde “derviş” manasında kullanılmıştır. Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-Kudsiyye adlı eserinde de Baba İlyas’ın müritlerinin “abdal” lakabıyla anıldığı görülmektedir. (Ocak 1992: 86). XV. yüzyıl tarihçilerinden Âşıkpaşazâde, kendi adıyla anılan tarihinde, o zamanlarda Anadolu’da misafir ve seyyah olarak nitelendirilen dört tayfadan bahseder: “Anadolu Gazileri”, “Anadolu Ahıları”, “Anadolu Abdalları” ve “Anadolu Bacıları”. Âşıkpaşazâde, diğerlerinde olduğu gibi
üçüncü sırada saydığı “Anadolu Abdalları” hakkında da bir açıklamada bulunmaz (Aşıkpaşaoğlu Tarihi 1985: 195).

Zaman zaman “Horasan Erenleri” olarak da anılan bu zümrelerin -ki o dönemde ailesi, belli bir yeri yurdu olmayan bekâr gençlerden oluşan bir topluluk olarak tanımlanmaktadır- Osmanlı’nın kuruluşu aşamasında Anadolu’ya dışarıdan gelip yerleştikleri; Bizans’la devamlı mücadele halinde olan Osmanlı Beyliği’ne birçok savaşta yardımcı oldukları; bu hizmetleri karşılığında da bizzat fethettikleri bazı bölgelerin kendileri ve müritlerine bağışlandığı bilinmektedir. (Ocak 1992: 88-89). Bu Abdal gruplarının o dönem için “bugünkü
anladığımız manada klasik Sünnilikten farklı bir İslam anlayışına (heterodoks popüler bir İslam) sahip” (Ocak 1992: 90). olmalarından dolayı halk arasında “akîdeleri bozuk serseri dervişler” olarak büyük bir ün kazandıkları bilinmektedir. Böylelikle “abdal” terimine yüklenen tasavvufi anlam değişmiş, abdal tabiri “serseri, dilenci derviş” gibi manalarda kullanılmaya başlanmıştır. (Köprülü 1988:1/61).

Abdalların, XIII. yüzyılda Babai isyanına bir şekilde katıldıkları,  
isyanın kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra yukarıda
değinildiği üzere Osmanlı Beyliğine savaşçı, gezgin-derviş
olarak dâhil oldukları; o dönemde yaygın olan Kalenderi,
Vefâî ve Haydarî (Bektaşi) tarikatlarında kendilerine çok rahat
yer buldukları söylenebilir. XVII. yüzyıla gelindiğinde
Bektaşiliğin Anadolu’daki diğer “Râfizî” gruplarla birlikte abdalları
da bünyesinde erittiği; XVIII. yüzyılda “Bektaşi abdalları”
tabirinin yaygınlaştığı hatta “abdal” tabirinin “Bektaşi”
tabiri ile eş anlamlı kullanıldığı görülmektedir. Durum böyle
olmakla birlikte abdal topluluklarından bazılarının şehir
Bektaşiliğine katılmayarak çoğunlukla köylerde yaşayan heteredoks
Alevi zümrelerine dâhil oldukları, bir kısmının cemaat (secte) halinde Anadolu’nun çeşitli yerlerinde köyler
kurarak yaşadıkları, bir kısmının ise Kızılbaş obaları şeklinde
konar-göçer bir hayatı tercih ettiklerini söylemek mümkündür.
(Köprülü 1988:1/62).
Yazılı kaynaklarda kayda geçirildikleri XIII. yüzyıldan XX. yüzyılın
başlarına kadar Kalenderi, Hayderi, Cavlaki, Torlak ve
Işık gibi heteredoks İslam zümrelerinin içinde yer alan abdallar,
dâhil oldukları gruplarla birlikte tanımlanmış ve tasvir
edilmişlerdir.

Günümüzde abdal toplulukları ağırlıklı olarak Kırşehir,
Mersin-Silifke, Afyon-Sultandağı ve Emirdağ, Antalya, Adana, 
Gaziantep, Yozgat, Tokat, Çorum, Konya, Kayseri, Sivas,
Malatya, Karaman, Isparta, Denizli ve Amasya’da yaşamaktadırlar.
Son dönemlerde İzmir, Aydın ve Manisa taraflarına yapılan
göçlerle bu yerleşim yerlerinde de abdal yaşam alanları
oluşmuştur.

Orta Anadolu’da abdalların, kendilerine özgü sosyal, kültürel,
dinsel ve ekonomik tutum ve davranışlarının tipik olarak
gözlemleneceği en önemli merkez Kırşehir’dir. Kırşehir’de
yaşayan abdallarla Kaman, Kırıkkale merkez ve Keskin,
Nevşehir-Hacıbektaş, Ankara-Polatlı, Gölbaşı Soğulcak köyü
ve Haymana’da yaşayan abdallar arasında geçmişe dayanan
bir ilişki vardır. (Gürsoy 2006: 9-10). Günümüzde Kırşehir abdalları,
merkezde Bağbaşı ve Âşıkpaşa mahalleleri ile Kaman ilçesinde
belli bir nüfus yoğunluğuna sahip olarak yaşamaktadırlar.
“Çevre illerle birlikte yoğun bir Türkmen nüfusunu bünyesinde
barındıran Kırşehir, bu göçebe Türkmen aşiretlerinin
Orta Asya’dan getirdikleri saf şiir ve müzik kültürünün” (Tokel
2004:15). abdallar vasıtasıyla yaşatıldığı en önemli merkezlerinden
biridir.


Kırşehir abdalları arasından neşet eden (doğan) Neşet Ertaş’ın
bir ses ve saz ustası olarak ününün Türkiye sınırlarını aşması,
hem bilim çevrelerinde hem de medya organlarında abdallara
karşı büyük bir ilginin oluşmasını sağlamıştır. Bu ilgi, abdallar
ve icra ettikleri müzik türü ve sürdürdükleri sıra dışı yaşam
tarzı nedeniyle Kırşehir’i sıklıkla ülke gündemine taşımıştır. Neşet
Ertaş’ın uzun yıllar gurbette yaşaması, abdallar üzerine yapılan
çalışmalarda Kırşehir’de yaşayan diğer abdalların her birini
de birer kaynak şahıs durumuna getirmiştir. (Erkan 2009:
232-255).

Bin yıllık Anadolu-Türk tarihinde belli bir yeri olan abdalların
çoğunluğu, elekçilik, sepetçilik, kalaycılık, sünnetçilik ve müzisyenlik
gibi benzer zanaatlarda yoğunlaşmışlardır. Abdalların
günümüzde birçok çalışmaya konu olması, onların yaşadıkları
bölgelerde evlenme ve düğün gelenekleri etrafında teşekkül
etmiş olan eğlencelerin icrasında başlıca rolü üstlenmeleridir.
Abdalların sanatlarını icra ettikleri mahallerin başında düğünler
gelir. Bir abdal için düğün, –buna en ünlüleri Muharrem Ertaş,
Neşet Ertaş, Çekiç Ali, Hacı Taşan vd. de dâhil- hem geçimini
sağlayacağı bir iş ortamı hem de hünerlerini sergileyebileceği
bir gösteri alanıdır.

Büyük bir çoğunluğu şairlik yetisine sahip olmayan Kırşehir abdalları,
başta Toklumenli Âşık Sait olmak üzere âşıklık geleneği
çerçevesinde eser vermiş diğer âşıkların aşk, tabiat, göç, yoksulluk,
gurbet, iskân gibi çeşitli konularda söyledikleri şiirleri
gelenekten tevarüs ettikleri müzik bilgisiyle havalandırıp (besteleyip)
çalıp söyleyerek geniş kitlelerce sevilmelerini sağlamışlardır.
Her türlü ezgiyi büyük bir ustalıkla icra eden abdallar, daha çok
“bozlak” olarak adlandırılan bir tür uzun hava ile ünlenmişlerdir.
Sazı ve sözü bize kayıtlarla ulaşabilen ve hepsi ayrı birer değer
olan “bozlak” ustalarının en tanınmışları Kırşehirli Neşet Ertaş
(1938-2012), babası Muharrem Ertaş (1913-1984), Çekiç Ali
(1932-1973) ve Keskinli Hacı Taşan (1925-1983)’dır. Daha onlarcası
sayılabilecek Kırşehir abdalları içerisinde, sazı, sözü, kişiliği
ve şairliğiyle ön plana çıkan isim kuşkusuz Neşet Ertaş’tır.

60’lı ve 70’li yıllarda fırtına misali esen Neşet Ertaş, ömrünün
önemli bir bölümünü yurt dışında geçirmiştir. 2000’li yıllarda
Bayram Bilge Tokel Bey’in de teşvikiyle tekrar memleketine
dönmüş, stadyumları dolduran on binlere konserler vermiştir.
Kendine has üslubu ve tavrıyla milyonların gönlünü fetheden
Neşet Ertaş’ı başta uluslararası bir kurum olan UNESCO “Abdallık
Geleneği” dalında 2010 yılında “Yaşayan İnsan Hazinesi”
olarak tescil etmiş; bir yıl sonra da İstanbul Teknik Üniversitesi
Senatosu ona “Fahri Doktor” unvanı vermiştir. Bilim ve
sanat çevrelerinde, “Bozkırın Tezenesi”, “Türkü Baba”, “Son Abdal”,
“Bağlama Virtiözü”, “Son Şaman” ve “Kutb-ı Abdalan” gibi
sıfatlarla anılan Neşet Ertaş, 25 Eylül 2012’de Hakk’a yürüdüğünde
yüz binleri de arkasına alarak tekrar Kırşehir’e dönmüş
ve Bağbaşı Mezarlığında medfun bulunan babasının ayakucuna
defnedilmiştir.

Neşet Ertaş, Hakk’a yürüdüğünde arkasında kendisinin de hayatta
iken tam olarak sayısını bilemediği yüzlerce türkü (plak,
kaset, CD vs. şeklinde), onlarca şiir bırakmıştır.
Neşet Ertaş’ı Neşet Ertaş yapan iki unsur vardır. Bunlardan birincisi
Neşet Ertaş’ın içine doğduğu doğal konservatuvar ortamı;
ikincisi ise ona Tanrı tarafından verilen üstün yeteneklerdir.
İlk başta, Neşet Ertaş, kökleri Orta Asya’ya dayanan XI. yüzyıldan
itibaren Anadolu’da dal budak salıp günümüze kadar gelen
müesseseleşmiş bir kültürün içine doğmuştur. Bu müessese,
yukarıda tarihi gelişim süreci anlatılmaya çalışılan “abdallık
geleneği”dir. Bu geleneğin izlerini, Neşet Ertaş’ın yaşayışında söylemlerinde ve yaktığı türkülerde sürmek mümkündür.
Neşet Ertaş, icra ettiği müziği, onun inceliklerini çocukluğundan
itibaren yaşamının bir parçası olan düğünlerde öğrenmiş
ve Almanya da dâhil olmak üzere davet edildiği sayısız
düğünde insanların sevincine, neşesine ortak olmuş; onları
çaldığı havalarla eğlendirmiştir. Neşet Ertaş, içine doğduğu
kültürel ortamın bir gereği olarak çocukluğundan itibaren
müzikle haşır-neşir olmuş, babası merhum Muharrem Ertaş
ile baba-oğul ilişkisinden çok usta-çırak ilişkisi yaşamıştır. Bu
usta-çırak ilişkisi sayesinde abdallık geleneği ve müziğini içselleştirmiştir.
Bu bağlamda Neşet Ertaş’ın ustası ve hocası babası
olmuştur. Doğal bir konservatuvar içinde yetişen Neşet
Ertaş’ın diğer ustaları, çevresinde bulunan “abdal kocaları” ile
abdal zümresinin bir ferdi olmayan Hacı Baş (1933-2010)’tır.
(Bekki 2005).

Neşet Ertaş’ın Tanrı vergisi yeteneğini nasıl kullandığını, uzun
yıllara dayalı araştırmasında Erol Parlak şöyle tespit etmektedir:
“Neşet Ertaş’ın en önemli özelliklerinden biri de doğaçlama
gücüdür. Ertaş, bir eseri her çaldığında farklı hisseder ve
adeta yeniden inşa ederek bir öncekinden farklı bir esere dönüştürür.
Hatta bu özellik bir eserin icrası boyunca bile hissedilir.
Tekrara düşmeden, sürekli yenileyerek yaptığı doğaçlama
icra, onun görkemli sanatının en önemli yönlerinden biridir”
(Parlak 2012: 289-312). Neşet Ertaş, bu özelliğiyle okuduğu
her türküye damgasını vurmuş ve bugün herkes tarafından
kullanılan “Neşet Ertaş Türküsü” isimlendirmesini hayatımıza
sokmuştur.


KAYNAKLAR
Âşıkpaşaoğlu Tarihi (1985), hzl. H. Nihal Atsız, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara.
BEKKİ, Salahaddin (2005), “Hacı Bekir Baş ve Türküleri”, II. Kırşehir Kültür Araştırmaları
Bilgi Şöleni (Kırşehir, 13-14 Ekim 2005), Kırşehir Valiliği ve Gazi Üni. Kırşehir Eğitim
Fakültesi.
DUYGULU, Melih (1997), “Anadolu Abdalları’nda Müzik”, V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü
Kongresi, Halk Müziği, Oyun, Tiyatro, Eğlence Seksiyon Bildirileri, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, s. 108-121.
ERKAN, Serdar (2009), “Abdallar Üzerine Bir Değerlendirme”, Türkoloji Dergisi, S.
2009/2, s. 232-255.
GÜRSOY, Şahin (2006), Sosyal ve Dini Yaşam Açısından Orta Anadolu Abdalları (Kırşehir
Örneği), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora
Tezi, Ankara.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad (1989), “Abdal”, Edebiyat Araştırmaları 2, hzl. Orhan F. Köprülü,
Ötüken Yayınları, İstanbul, s. 362-417.
KÖPRÜLÜ, Orhan F. (1988), “Abdal”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 1, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, s. 61.
OCAK, Ahmet Yaşar (1992), Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfîlik: Kalenderiler /
XIV-XVII. Yüzyıllar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
PARLAK, Erol (2012), “Anadolu Türkmen Müzik Sanatında Bir Abdal Deha: Neşet Ertaş”,
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. 61 (Bahar), s. 289-312.
TOKEL, Bayram Bilge (2004), Neşet Ertaş Kitabı, Akçağ Yayınları, Ankara.
ULUDAĞ, Süleyman (1988), “Abdal”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 1,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, s. 59.

2 yorum:

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *