Türkülerle İlgili Yazı


Türküler Halk Edebiyatımızın temel nazım şekillerinden olan koşmalardan türemişlerdir. Koşma: Dörtlüklerden meydana gelir ve 4+4+3=11 li ve 6+5=11 li hece ölçüsü ile söylenirler. Konusu: aşk, sevgi, hasretlik, sılâ, gurbet, güzellik, tabiat güzellikleri ve yiğitliktir. En az üç, en fazla altı dörtlükten oluşurlar. İşledikleri konulara göre isim alırlar:
Konusu; savaş, vuruşma, cesâret, yiğitlik olan koşmalara, Koçaklama denir. On birli hece vezni ile söylenir. Konusu; aşk ve insan güzellikleri olan, aşk ve insanı öven, metheden, duygu yönünden coşkulu bir anlatım taşıyan koşmalara Güzelleme; konusu; tabiat ve insan sevginin işlendiği koşmalara; Semâî denir ve sekizli hece vezni ile söylenir. Dörtlük sayısı sınırlı değildir, kendine has bir ezgisi, bestesi vardır. Konusu; toplumdaki kusurlu ve gülünç yönleri, iğneleyici, alaycı bir söyleyişle; güldürmek, düşündürmek ve eğlendirmek maksadıyla ortaya koyan, lirik manzumelere; Taşlama; ölen bir kimsenin ardından duyulan üzüntüleri, onların iyiliklerini, erdemlerini anlatan, duygu yüklü şiirlere Ağıt; savaş, kahramanlık cesaret, yiğitlik, mertlik, serdengeçtiliğin işlendiği koşmalara da: Varsağı adı verilir. Varsağılar genellikle "Hey hey!.. Yine de hey hey!.. Behey!.. Bire!.. Bire!.." gibi nidâ ve ünlemlerle başlarlar.
Halk Edebiyatı Nazım birimleri:
1)Koşma: ( a.Koçaklama b.Güzelleme c.Taşlama ç.Ağıt e.Semâî )
2)Varsağı
3)Destan
4)İlâhî
5)Nefes ve Deme
6)Türkü
7)Mâni
8)Ninni
Dörtlüklerin son mısrâlarına, Kavuştak veyâ Bağlama Mısrâlar adı verilmektedir. Bu mısrâları genellikle aynen tekrarlanırlar, buna da Nakarat adı verilir.
Mâniler ve koşmalar halk edebiyatımızın temel nazım şekilleridirler. Semâîlerde ayrıca özel bir beste vardır. Dörtlük sayısı koşmalardan daha çok olabilir. Sekizli hece vezni ile yazılırlar. Bunlardan başka koşma tipi nazım şekilleri de vardır:
1) Yedekli Koşmalar: Koşmanın her hânesinde, ilk iki mısrâ ile son iki mısrâ arasında veyâ her hânenin altına yedi veyâ sekiz heceli kalıplar hazırlanmış, beşer veyâ dörder mısrâlı yedekler eklenerek söylenen koşmalardır.
2) Musammat Koşmalar: Mısrâ ortalarında da mısrâların ayağına uygun ayak(kâfiye) kullanılan koşmalardır.
3) Ayaklı Koşmalar: Musammat koşmanın her hânesinin altına, dördüncü mısrânın ayağına uygun olarak, beş heceli küçük bir mısrâ eklenerek söylenen koşmalardır.
4) Zincirleme Koşmalar: Her hânenin son mısrâlarındaki ayak(kâfiye) kelimesi bir aşağıdaki hânenin, ilk mısrâının başında kullanılarak koşmalardır.
Türkü: İlk söyleyeni bilinmeyen, ağızdan ağıza dolaşarak gittikçe zenginleşip çeşitli değişikliklere uğrayan ve bir ezgiyle söylenen halk şiirlerine Türkü denmektedir. Anadolunun çeşitli yörelerinde türkü yerine Deyiş, Şarkı, Hava, Deme sözleri de kullanılmaktadır. Konuları bakımından türküleri şu bölümlerde incelemek mümkündür :
Sevgi Türküleri, Gurbet Türküleri, Askerlik Türküleri, Hapisane Türküleri, Yas Türküleri, Ninniler, Taşlama(Yergi) Türküleri, Güldürücü Türküler, Dinî Türküler, Oyun Türküleri, İş Türküleri (Ekin biçerken, Tütün dizerken, Mercimek Yolarken, Pamuk, Fındık, Elma, Portakal Toplarken ...vb söylenenler.), Bayram Türküleri, Düğün Türküleri, Tabiat Türküleri, Efsane Türküleri ve Özel Türküler…

Türküler, dil özelliklerini yansıtan, ezgili, besteli halk ürünleridirler. Radyo, plak, teyp, müzik setleri , sîdîler, kompak disklerin hızla yayıldığı bir günde yaşıyoruz. Halk, eskiden olduğu gibi duygularını, düşüncelerini, sevinç ve üzüntülerini türkü üreterek, türkü yakarak değil, hazırı kullanarak ifâdeye çalışıyor. Bu bakımdan, televizyon ve uydu yayınlarının tam olarak izlenemediği yurt köşelerindeki türkülerimizi söz ve müzikleriyle birlikte derlemede çok acele etmek mecburiyetindeyiz.
Günümüzde bâzı şahıslar, halk ozanı ünvanıyla türküler besteleyip çalıp söylemektedirler. Bu eserler özel türküler bölümünü ilgilendirmektedir. Türküler anonimdirler. Bütün bir topluma malolmuş halk ürünüdürler ve söyleyeni belli değildir. İlk söyleyeni unutularak ağızdan ağıza değişerek, dolaşırken konu ve temâ aynı kalmakla birlikte, varyantları, benzerleri icâdedilmiş; gittikçe söz ve ezgi olarak güzelleşmişler, zenginleşmişlerdir.
Türküler, Âşık ve Anonim Halk Edebiyatı ürünleri içinde yer almaktadırlar. Türkülerde dörtlük sayısı sınırlı değildir. Eskilerin “Parmak Hesabı” dedikleri Hece Vezni (Milî Veznimiz) ile en çok yedi, sekiz ve onbirli kalıpları kullanılarak söylenmektedir. Bu söyleyişe Melodi(ezgi) veyâ “Türkü Yakmak” denilmektedir.
Aruz vezni ile söylenmiş türkülere de Divan Edebiyatı’mızda rastlanmaktadır. Bunlarra da: Divan, Selis, Semâî, Kalenderî, Santranç, Vezniâhar adları verilmektedir.
Türkülerin temelini müzik, ezgi, nağmeler teşkil eder. Atalarımız bunu müzik, dans ve söz üçlüsüyle birleştirmişlerdi. Bugün de aynı gelenek devam etmektedir. Halk edebiyatında bu zengin kültür değerlerini konuları, şekilleri ve ezgilerine göre bölümlendirilmektedirler. 
Bunlar içinde bestelenerek söylenenler, diğerlerine göre daha rağbet görmekte ve ebedîleşebilmektedir. Bu türküleri: Uzun Hava ve Kırık Hava olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. 
Usûl ile çalınmayan her sanatkârın kendi arzu ve isteğine göre çalıp söylediği, şekli tam belli olmayan türküler Uzun Hava olarak adlandırılmaktadır. Bozlak, Maya, Divn, Eğin, Hoyrat, Çukurova, Türkmâni ...vb söyleyişler bu grup içinde incelenirler. Ölçüsü ve ezgisi belli söyleyişler de Kırık Hava diye isimlendirilir. Karadeniz Horonları, Kuzeydoğu Barları, Batı Anadolu Zeybekleri, “Kırık Hava” olarak değerlendirilirler. Türkülerin mâni ve koşma tipinde olanları mevcuttur. Genellikle türkülerde son bir veyâ iki mısrâ, baştan sona tekrar edilir. Bu türküye söyleyiş kolaylığı ve ezgi sağlar.
Türkü: Toplum hayatında yaşanılanların izlerini üzerinde taşıyan; sevinçli, acılı duygu ve düşünceleri dile getiren ezgili söyleyişlerdir. Kâfiye(ayak) türkülerde genellikle yârımdır. Bununla birlikte tam ve zengin olanlarına da rastlanır. 

Halk ağzında, kâfiyeye: “Ayak”; şiirdeki kıtalara: “Hâne”; kıtaların hepsine birden “Katar”; şâirlerin şiirlerini topladıkları deftere: “Cönk” adı verilmektedir.
Ezgisi ile bestesi, söylenişindeki ritm ve âhenk unsurları, ruha verdiği mânevî haz ve ruhî denge, mânevî gıdâ insanları besliyor, onları sabra ve sûkûnete davet ediyor; hattâ zorluyor, iyileştiriyor. Sabırla koruğun üzüm olacağını hatırlatıyor. Hiçbir aracı ve telkinçi olmadan kendi kendine tedâvi sağlıyor; rûhu nihâyet huzura erdiriyor. Toprak gibi sâkin, verimli, candan, sâdık, vefâlı kılıyor...
Gönüllerde ve ruhlarda, ilâçla tâmiri mümkün olmayan her tür hastalıkların da bir nevi şifâsını, tedavisini, yine bu türkülerin sağlamakta olduğunu türkülerdeki sözlerden anlıyoruz. 

İlaçtan da tesirli türküler... Türkülerimiz... Bâzan içimizi fıkır fıkır kaynatan; bâzan coşturup seke seke, hop kaldırıp oynatan; bâzan diyâr diyâr, ülke ülke, il il, mevsim mevsim, dağ dağ, deniz deniz, ırmak ırmak dolaştıran, bizi içimizde kurulmuş dünyadan alıp başka dünyâlara, iklimlere taşıyan, başka sahillerde gezdiren türküler, türkülerimiz...
Bâzan çayımızı, kahvemizi, ayranımızı yudumlarken elimizi, çenemize dayatarak uzun uzun düşündüren türküler, türkülerimiz... Bâzan kalpağı, kasketi yere çaldıran, acı içinde ağlatırken, göz pınarlarımızdan dökülen inci taneleri gibi içimizi aydınlatan, sinirden, burnumuzdan solumaya başladığımız anlarda bile, öfkemizi yatıştıran türküler, türkülerimiz... Bizi, bâzan bir dağın yamacından hışımla seslenen yiğitler yiğiti Dadaloğlu; bâzan Bolu`nun Beyi`ne meydan okuyan Köroğlu; bâzan bir tekkede Yunus; bâzan ezgili tek mısrâı ile bir dergahta Mevlânâ yapan türkülerimiz... 
İnsan ne ararsa onu bulur türkülerde; onları ezberler, hattâ su gibi içer, dilinden düşürmez. Neşelense, kederlense onu söyler. Şâir diyor ya:

"Ne zaman kederden taşarsa için, 
Türküler dökülür dudaklarından."

Türküler, dertlerimizin özel bir ilâcı, yâralarımızın özel bir şifâsı; çâresi, hastalıklarımızın doktorlar tarafından sunulamamış, tedavisi için gerekli, iksirdir türküler... Hangimiz vardır ki güzel bir türkü ile mest olmasın; yanık ezgiyle yüreklere akan bir türküyle bütün dert ve hüznünden sıyrılıp başka diyârlarda gezinmesin?!.. 

Hak şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayreyler
Görelim Mevlâ neyler?
Neylerse güzel eyler... deyip tevekküle dalmasın?!.

Türküler, bizi biz yapan; bizi bize, bizi toprağa, millete, Türklüğe, İslâma, Allah’a bağlayan türküler... Aynı millete mensup; ama bugün binlerce kilometre uzaklarda çeşitli sebeplerle ayrı yaşayan; aynı ırkın, aynı dinin, aynı dilin, aynı târihin, aynı kültürün gıdâsıyla beslenmiş, dört kıtada at oynatmış; başka ırklardan, aynı bayrağın rüzgârında beraber yaşamış, yan yana, kucak kucağa olanlara, gör neler hatırlatmaz?!. "Kendim gurbet elde, gönlüm sılada" diye, gözleri hangi uzak ufuklara daldırmaz? Hangi diyârlarda adım adım gezdirmez?!. 

Bulgar dağı pâre pâre
Kimi al giyer kimi kâre
Selâm eylen nazlı yâre
Ayrılanlar bir Olma mı?..
(Karacoğlan)

Kırım’dan gelirim Kırım`dan
Adım da Sinan’dır Hey aman, 
Adım da Sinan’dır hey!
...
Sivastopol önüde yatar gemiler 
Atar da nizam topunu yer gök iniler..
...
Çırpınırdın Karadeniz,bakıp Türk’ün bayrağına

Bu türküleri dinleyenler durup biraz düşünmeli... Kendini ve ruhunu dinlemeli ve elbet şu soruyu sormalı?!.
"Benim Estergon`da ne işim var? Estergon neresi? Bu, Tuna Nehri de nerede? Bunu söyleyenin sevgilisinin oralarda ne işi olabilir?! Buna benzer, onlarca soru zihinlerde fırtınalar yâratmaz mı?.. 

Estergon Kal’ası subaşı durak
Kemirir gönlümü bir sinsi fırak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak
Akma Tuna akma ben bir dertliyim 
Yâr peşinde koşan kara bahtlıyım

"Atina dört köşeli nazlı yâr";/ "Yemen dağlarına attım ben bir taş";/ "Aziziye, Aziziye"; / "Tunus, Tırabulus, Mısır, Hicaz`ı;/ Kars`ı Kağızman`ı Acem, Şiraz`ı;/ Girid`i, Yanya`yı değer gözlerin./ Rumeli, Bosna`yı değer gözlerin"... 
Buna insan kafa yormaz mı?... Cezâyir neresi, Kayseri neresi?... Daha başka ülkeler ve daha başka başka şehirler...
Cezâyir`in harmanları savrulur,
Savrulur da sağ yanıma devrilir
Eller annem der de başım devrilir
Çelenleri mermer taşlı Cezâyir
Güzelleri hilâl kaşlı Cezâyir
***
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölen yok bu ne figandır
....................
Adı Yemen`dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?..


"Sultan Süleyman Hânumuz; 
Gâziler çevre yânumuz;
Bu sözde yok yalanumuz; 
Sarptır Alaman dağları.", 

"Kırardı Nemçe`yi, Macar, Firengi;", 

"Sarı yaprağım sarı;
Girid`e gönderdim yâri;
Yıkılası Girid Şar`ı",

Alaman, Almanya... Yânî bizim Nemçe, dediğimiz ve bugün yaklaşık üçmilyon Avrupa Türklüğünün bulunduğu ülke... Biz oralarda ne yapmışız ki türkülerimize konu olmuş?.. Fransa, Macaristan, Avusturalya, Girit, düşüncelerimizi niçin bu kadar meşgul etmiş dersiniz? Hiç merak edeniniz oluyor mu?..

Tuna boylarında sıra serviler
Tan yeli estikçe sessiz ağlarmış
Gül bahçelerinde baykuşlar öter
Şu virânelikler eski bağlarmış
(Mehmet Fuat Köprülü)

Ak tolgalı Beylerbeyi haykırdı:: “İlerle!”
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kâfilelerle..
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan,
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan
(Yahya Kemâl)

Mâbedinken daha dün, Ayasofya’ndan bugün Ne sâlâ var, ne Ezan... Uyan ey Fâtih, uyan!. (Arif Nihat Asya) Bu köprülerin sağlam kalması, yıprananların tâmir edilmesi, gerekir. Toplum bunalımlarının kültür erozyonlarının, psikolojik sarsıntıların, çözülmüşlüğün yaşandığı ülkemizde değerlerimizden ne zaman koptuk; işte, o zaman yok oluş başlıyor. Bu türkülerdeki her kelime millî kültürün temelini oluşturan som altın tuğlalardır. Milleti ayakta tutan, onu birbirine kenetleyen, onu sapasağlam ve dipdiri ayakta tutan dinamiklerdir. Bunlar ne zaman kayboldu, millî sarsıntılarla, milletin bağrında tâmiri güç gedikler açılıyor... Öğreten yok, öğrenen yok!.. Ahlâkî çöküş ve yozlaşma bas bas bağırarak, devlet ileri gelenlerini, sanatçıları, yazıp çizenleri, bir şıllığın başında dolar saçan çılgın para babalarını, iş adamlarını; bir dakikalık zevk için destelerce para basan; ama kitaba, millî kültüre, millî değerlere, millî ruha bir gram ilâç sunmamak, bir dirhem gıda vermemek için direnenleri, onlara bigâne kalanları uyârıyor.
Müzik bir çok hastalıkların tedâvisinde kullanıldığı gibi tegânnî edenler de bilerek veyâ bilmeyerek kendi kendilerini tedâvi ederler. 
Anadolu türküleri, Rumeli Türküleri, Serhat Türküleri, Köy türküleri, köylü türküleri; insanlar arasında mânevî köprü kurarak, hastaları, ıstıraplıları bu köprüden suya sele kapılmadan karşı kıyıya sağ selâmet geçirenlerdir. Halk için en büyük ilâç da budur. Nerede bulsa alır, içer; onları ezberler, onlarda kendinden bir şeyler bulur, onlara kendinden bir şeyler katar. Hislerinin ve ruh dünyasının tercümanı, bu sözleri yazan, türkü olarak seslendiren, ezgilendiren, okuyanlardır. Halkın sıkıntılı, ıstıraplı, hasta zamanlarında bu ruh mimarları en büyük denge unsurlarıdır. Toplumun yaşadıklarını kendi yüreğinde yaşayan bu çilekeşler, `âşıklar` çoğaldıkça toplumun dertleri azalır, sükûna ve rahata erer. (Şâir, sen çile çektikçe ve öldükçe yaşarsın) Bu, mânevî dengeleri sağlamlayan, insanımızı bir zincirin halkaları gibi kopmaz bağlarla birbirlerine bağlayan, birbirlerini anlayan, birbirlerinin dertleriyle dertlenen, üzüntüleriyle üzülen, sevinçleriyle sevinen sevindiren, toplumumuzun sağlığı ve sağlamlığının sigortası ruh mimarları, eli öpülesi âşıklar, şâirler, yazar ve çizerler, müzikle uğraşanlar, sanatçılar, türkücüler "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir" diyor. Türküler, köy türkülerimiz; "Nerede bir köy türküsü duysam şâirliğimden utanırım." diyenler, köy türkülerinin sağlamlığını içtenliğini, ne kadar biz olduğunu görüyor ve biliyorlar. O kuvvet ve orjinallikte yazamadığı için de utanmak gereği duyuyorlar.

Türküler, türkülerimiz... Bizi biz yapan değerler. Aslâ vazgeçemeyeceğimiz mânevî köprülerimiz. Kaybolmaya yüz tutmuş hikâyeleri ile birlikte söylenmiş, söylenegelmiş türkülerimiz. Milletleri millet yapan ve ayakta, kalmasını sağlayanlar mânevî köprülerdir.

Kayseri türküleri; insan zekâsının, dâhiyâne düşünüşünün ve Kayseri halkının bilge, kıvrak, zeki, duyuş, düşünüş, buluş, kavrayış ve muhâkemesinden doğmuştur. Türküleri ortaya çıkaran insan olduğu gibi ortaya çıkma sebebi de yine asıl kaynak olan insandır. 


KAYSERİ TÜRKÜLERİ 
Kayseri Gesi Bağları Türküsü başlangıçta üç veyâ beş üçlük ve nakaratla söylenmiş; ancak halk arasında öyle çok sevilmiş ve tutulmuş ki tamamının yüz bölümünden fazla olduğu söylenegelmiştir. Doğru mudur, bilemiyoruz; ama araştırmalar bu sözün pek de yanlış olmadığını gösteriyor.
Bizim araştırmalarımız ve birçoklarından derlediğimiz parçalar da gösteriyor ki, halk, bu türküye kendi gönlünden ve yüreğinden bir çok ilâveler yapmıştır. Giderek zenginleşen bu türkü bizde yüz bölümü geçtiğine göre, kim bilir belki dahası da mevcuttur.Yânî iki yüz bölümün de üzerinde olabilir. 


GESİ BAĞLARI TÜRKÜSÜ:

Eski zamanlarda bir yerden bir yere gidip gelmenin zorluğu malûm. Öyle bir zamanda Gesi`ye uzaktan getirilen bir gelinin ruh halini, dramını yansıtıyor bu türkü. Türkünün hikâyesinin birçok varyantları olmakla birlikte, biz müşterekliklerin ortaya koyduğunu, toparladığımız kadarıyla hikâyesiyle berâber Gesi Bağları Türküsü’nü sizlere sunmaya çalışacağız:

Aşk, sevgi, ölüm, ayrılık, gurbet, sıla özlemi, yalnızlık, haber gönderememe ve haber alamama; tabiatın yeşillenmesi, güllerin renk renk açılması, gül ve çiçeklerin devşirilmesi; bülbüllerin feryat ve figanı; inişli çıkışlı merdivenler, tarlalar, bağlar, bahçeler ve buralarda çalışanların duygularını, gönüllerinde barındıran Kayseri ve Gesi Sâkinleri, bu türküye kendi özünden bir şeyler katıyor, kendinden sonrakilere yolluyor... Böyle olduğu için türkünün sonu yok; devam ediyor, yeni ve orjinal katkılarla zenginleşiyor, belki daha da güzelleşiyor...

Uzaktan bir kız Gesi`ye gelin gelir. Anne ve basından bir türlü haber alamaz. Haber de gönderemez. Zâten küçük bir kız iken babasını kaybeden gelin, annesinden başkasına yanamaz; çünkü bilse bilse onu ancak annesi bilir, annesi anlar. Bu hasret onu kızgın bir çölde susuz kalmış ceylana çevirir. Eğrim eğrim, katar katar, sıra sıra uçan kuşlardan anasından, yâren ve dostlarından haber bekler. Onlara sorar onlarla konuşur.

Bağırışan kurbağalar, çalışan ırgatlar, dereden akan boz bulanık sular, bağ ve bahçeler, kırmızı mâvi güller, saç üstünde pişirilen fısır fısır kabaran bazlamalar, küçücük çocuklar; bağlara gelen Frenk turistler; yazın sıcağında yanıp kaynayan kumlar; kalaylanan bakır sofra tasları; kokulu iğde dalları, Gesi bağlarında çeşit çeşit ötüşen kuşlar, şakıyan bülbüller; yürekte dinmeyen acılar, sıla ve gurbet acılar ve buna bağlı olarak göz pınarlarından süzülen yaşlar; kılınan namazlar, edilen niyazlar; dokunan halılar, salıncak yapmak için urgan atılan dallar; Gesi bağlarında eğlenen gülüp oynayan sarhoşlardan bile medet uman bir gelin. İşte bu hasretlik onu yanık yanık, dertli dertli söyletir. Kızın hikâyesi de böyle başlamış olur.


GESİ BAĞLARI TÜRKÜSÜ

Offf... off... offf...

1-Gesi bağlarından gelsin geçilsin
Kurulsun masalar, yensin içilsin
Herkes sevdiğini alsın çekilsin
Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor, ben o yâri neyleyim

2-Gesi bağlarında bir top gülüm var
Hey Allah’tan korkmaz, sana bana ölüm var
Ölüm var da şu gençlikte zulüm var
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

3-Gesi bağlarında tokaçtım taşa
Gardaş ekmeğini, kakarlar başa
Çalışıp yeldiğim emeğin boşa
Örtün pencereyi değmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

4-Gül koymuşlar menekşenin adını
Dünyada almadım ben muradımı
Ben ölürsem dertli koyun adımı
Yas tutsun ellerim, kına yakmayım,
Kör olsun gözlerim, sürme çekmeyim.

5-Gesi bağlarında üç ırgat işler
Anamdan mı gelir şu uçan kuşlar?
Analar doğurur ele bağışlar
El kadar alnımda, kara yazım var
Evvel başım idi, bir de kuzum var


6-Gesi bağlarının gülleri mavi,
Ayrıldım anamdan gülemem gayrı,
Alımı yeşili giymeyim gayrı.
Gel otur yanıma, başımın tâcı
Ayrılık günleri ölümden acı

7-Gesi bağlarında dolanıyorum,
Yitirdim yârimi aranıyorum
Bir çift selâmına güveniyorum
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar,
Varın, yoğun elinden alsak diyorlar.

8-Saç üstünde fısır fısır bazlama
Ana yâralıyım ciğer közleme
Ben ölüyom gelir diye gözleme
Ölüm olmasın da ayrılık olsun,
Bize sebep olan içten vurulsun.

9-Şu görünen bahçe m`ola bağ m`ola?
Şu dağın ardında anam var m`ola?
Anam da benim gibi yanar m`ola?
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz,
Kulların başına gelmedik olmaz.

10-Gesi bağlarında kaynar serince
İçerim kan ağlar anam seni anınca
İflah olmam ben bu dertten ölünce
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

11-Şu dereden akan bulanık seller
Derdi ben içerim ne bilsin eller
Oturup ağlasam delisin derler
“Gayri dayanacak özüm kalmadı 
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....”

12-Ocağa et koydum yiyesim geldi
Ciğerim anamı göresim geldi
Açıp mezarım giresim geldi
Ne deyip ağlayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

13-Gesi bağlarında şıvga dalım yok
Derdimi söylesem dinleyenim yok
Herkes güler oynar, sorgu sual yok
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

14-Gesi bağlarında bülbüller öter
Ateşim yanmadan tütünüm tüter,
Bana bir hal oldu ölümden beter.
Ne deyim ağlayım ah alnımın yazısı,
Böyle olur anam gelinlerin bazısı

15-Gesi bağlarında kılarım namaz,
Kılarım kılarım Hakk`a yâramaz,
Dostun ettiğini düşman yapamaz.
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötüler’in kahrı çekilmezimiş 

16-Bir yüzük yaptırdım dar mı geliyor? 
Gurbet eller sana zor mu geliyor?
Yalınız yatması ar mı geliyor?
Gel otur yanıma, başımın tacı
Ayrılık günleri ölümden acı

17-Dağdan yuvarlandı kayalarımız,
Gam ile yuğrulmuş mayalarımız,
N`ola taş doğuraydı analarımız.
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

18-Bu yıl meyve çoktur dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan oturmaz,
Benim bağrım yufka sitem götürmez,
Örtün pencereyi değmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

19-Gesi bağlarında pişirdim nohut
Yârim ben ölüyom sen beni unut,
El kadar yavrumu yerime büyüt
Yas tutsun ellerim, kına yakmayım,
Kör olsun gözlerim, sürme çekmeyim.

20-Gesi bağlarına indi bir Frenk
Ah çeker ağlarım dayanmaz yürek
Gönderin yârimi o bana gerek
El kadar alnımda, kara yazım var
Evvel başım idi, bir de kuzum var

21-Gesi bağlarında kaynar kum idim
Fener gibi yanan anam mum idim
Evvel Allah sonra, sensin ümidim
Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor, ben o yâri neyleyim

22-Gesi bağlarında bir top gül idim
Yağdı yağmur güneş vurdu eridim 
Ezel yârin sevgilisi ben idim
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar,
Varın, yoğun elinden alsak diyorlar.

23-Gesi bağlarında geçilmez yastan
Her yanım ıslandı yağmurdan yaştan
Sağ yanın ağrırsa sol yana yaslan
Ölüm olmasın da ayrılık olsun,
Bize sebep olan içten vurulsun.

24-Gene kalaylandı sofranın tası,
Silerim durulmaz gözümün yaşı
Şu benim çektiğim soysuzun işi
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz,
Kulların başına gelmedik olmaz.

25-Yüceye kaldırın gelin ölüsü
Elmalar donatın söğüt dolusu
Bana derler kadersizin birisi
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

26-Gesi bağlarında ötüşür kuşlar
Kalmadı başıma değmeyen taşlar
Anam bana kıydı ele bağışlar
Gayri dayanacak özüm kalmadı 
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....

27-Gesi bağlarında üç ağaç iğde
Ciğerim tutuşur gözlerim yerde
Çârem yok tutuldum amansız derde
Ne deyim ağlayım alnım yazısı,
Böyle olur gelinlerin bazısı

28- Ah çeker ağlarım dinmiyor acım
Ne yapsam silinmez şu alın yazım
Böyle m`olur gelin iken şu yüzüm?
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

29-Gesi bağlarının erimez karı
Ciğerim sızılar ağlarım zâri
Evvel benim iken şimdi el yâri
Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor, ben o yâri neyleyim

30-Halımı dokuyup bağ mı tutayım? 
Issız gecelerde nasıl yatayım? 
Kendimi ben ırmağa mı atayım? 
El kadar alnımda, kara yazım var
Evvel bir başımdı, şimdi kızım var

31-Urganım atmadık dallar mı kaldı?
Başıma gelmedik hallar mı kaldı?
Bende söylemedik diller mi kaldı?
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötüler’in kahrı çekilmezimiş 

32-Gesi bağlarında üç oylum kaya
Yatamam yıldızı hep saya saya
Tan vakti arkadaş olurum aya
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime 

33-Gesi yamacında öten gumrular
Ötüp de yuvada yatan gumrular
Halimi görüp de utan gumrular
Örtün pencereyi değmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

34-Kurbağalar sağ yanımda ötüşür
Ötüşür de zıp zıp zıplar sekişir
Yazıda yatanın üstü pek üşür
Yas tutsun ellerim, kına yakmayım,
Kör olsun gözlerim, sürme çekmeyim.

35-Katar katar gökyüzünde uçan kaz
Köşe bucak avcılardan kaçan kaz
Söyleşip yâr ile bana açan kaz
El kadar alnımda, kara yazım var
Evvel başım idi, bir de kuzum var

36-Gesinin bahçeleri yoncalıklar
Tatlı suda oynar ala balıklar
Gelin saçlarında ince belikler
Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor, ben o yâri neyleyim

37- Gesiye giderken yollar ayrılır,
Bindim arabaya başım devrilir,
Bize kısmet gurbet elde verilir.
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar,
Varın, yoğun elinden alsak diyorlar.

38-Ne deyim ağlayım alnım yazısı
Gütmezimiş anaların kuzusu
Gütmezimiş anaların yavrusu 
Ölüm olmasın da ayrılık olsun,
Bize sebep olan içten vurulsun.

39-Tıkır tıkır merdivenden inmedim
Güle güle yâr koynuna girmedim
Cahilidim kıymetini bilmedim
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz,
Kulların başına gelmedik olmaz.

40-Kuruldu kazanım herenim yoktur
Söküldü sim saçım örenim yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

41-Gesi bağ bahçe mola bağ m’ola?
Şu dağın ardında anam var m’ola?
Oturur da beni yadeder mo’ola?
Gayri dayanacak özüm kalmadı 
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....

42-Gesi bağlarında bulanık seller
Derdim içerimde ne bilsin eller,
Oturup ağlaşam divâne derler
Ne deyip ağlayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

43-Ateş alıp ısınmladım korunda
Güle güle yâr gezmedim kolunda
Methim gezer, elalemin dilinde
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

44-Yüce dağ başında kamber tay olur
Anamı andıkça aklım zay olur
Ayrılık dediğin birkaç ay olur
Ne deyim ağlayım alnımın yazısı,
Böyle olur gelinlerin bazısı

45-Bülbül gelmiş gül dalına konuyor
Hangi dala yuva yapsa kuruyor
Herkesin yâri yanında duruyor
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötülerin kahrı çekilmezimiş 

46-Bülbülüm uçtu da kafesi durur
Ne güzel ellerin baban da görür
Babasız yuvada evlât mı büyür 
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötülerin kahrı çekilmezimiş 

47-Gesi Bağlarında takıldım taşa,
Kardeş ekmeğini kakarlar başa,
Yelip çalıştığım, emeğim boşa,
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

48-Dolup dolup taşar gözüm pınarı
Arayıp bulayım özüm o yâri
Ne etsin durdursun bendeki zarı
Örtün pencereyi değmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

49- Gesi bağlarında kumrular olur
Zayıf kalan yavru yuvada kalır
Erken tüleyenler ömürlü olur
Yas tutsun ellerim, kına yakmayım,
Kör olsun gözlerim, sürme çekmeyim.

50-Gesi bağlarında bade içerler 
İçerler de hep kendinden geçerler
Şafakla birlikte yonca biçerler
El kadar alnımda, kara yazım var
Evvel başım idi, bir de kuzum var

51-Yazmam gül yaprağı düremem gayrı
Yalınız evlere giremem gayrı
Bana bir hal oldu giremem gayrı
Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor, ben o yâri neyleyim

52-Gesi bağlarının gülü olayım
Arayı arayı yâri bulayım
Gül,bülbülden başkasına sorayım
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar,
Varın, yoğun elinden alsak diyorlar.

53-Gesi bağlarında kamber tay olur
Anamı andıkça anam aklım zay olur
Ayrılık dediğin bir kaç ay olur
Ölüm olmasın da ayrılık olsun,
Bize sebep olan içten vurulsun.

54-Sandıktan basmamı giyesim geldi
Ciğerim anamı göresim geldi
Varıp iki elin öpesim geldi
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz,
Kulların başına gelmedik olmaz.

55-Sofraya oturdum gelin kız gibi
Yüzüme bakarlar imkansız gibi
Ortadaki yemek acı tuz gibi
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

56-Güğümlere su doldurdum ılımış
Benim kader ilk akşamdan uymuş
Ne yapayım dostlar yazgım buyumuş
Gayri dayanacak özüm kalmadı 
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....

57-Gesi bağlarını belleyen olsa
Şu cahil gönlümü eyleyen olsa
Beni de anama yollayan olsa
Ne deyip ağlayım anam alın yazısı
Kader böyle imiş anam onmaz bazısı

58-Merdiveni tıkır ıkır inerken
Yazması boynunda yâri överken
Uyumuşum ak gerdandan severken
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

59-Gesi bağlarında has nâne biter
Bana bir hal oldu ölümden beter
Sevdiğim ettiğin canıma yeter
Ne deyim ağlayım alnımın yazısı,
Böyle olur gelinlerin bazısı

60-Bu nasıl tecelli bu nasıl kader
Derdim içimdedir ne bilsin eller
Otursam ağlasam deli mi derler
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötüler’in kahrı çekilmezimiş 

61-Gesi bağlarında gülünen çayır
Ana ben ölüyom başını çevir
Kaynanam imansız, güveği gavur
Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor, ben o yâri neyleyim

62-Elimi atmadık dallar mı kaldı?
Başıma gelmedik haller mi kaldı?
Beni söylemedik diller mi kaldı?
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

63-Gesi bağlarının yılanı olsam
Dolanı dolanı yanına varsam
Yattığın yaztığa başımı koysam
Örtün pencereyi anam değmesin yeller
Dertli olduğumu anam bilmesin eller

64-Gesi bağlarında gülünen süsen
Hiç iflah olmuyor yârine küsen
Candan kimsen yok ki derdini disen
Yas tutsun ellerim, kına yakmayım,
Kör olsun gözlerim, sürme çekmeyim.

65-Anam yok ki baş ucumda ağlasın 
Babasıza kız kuşağı kim bağlasın?
Kardeş yok ki dönüp dönüp çağlasın
El kadar alnımda, kara yazım var
Evvel başım idi, bir de kuzum var

66-Bülbüle su verdim altın tasınan
Yolunu beklerm anam bir hevesinen
Günlerim geçiyor çığlık sesinen
Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor, ben o yâri neyleyim

67-Çıra yanmayınca ceviz kavlamaz
Ciğer yanmayınca gözler ağlamaz
Ben derdimi desem kimse dinlmz
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar,
Varın, yoğun elinden alsak diyorlar.

68-Gesi bağlarında bir tarla nohut
Ben ölüyom anam bir Yasin okut
Küçük kardeşimi yerime büyüt
Ölüm olmasın da ayrılık olsun,
Bize sebep olan içten vurulsun.

69-Bana gül diyorlar nasıl güleyim
Yürekte ayrılık kime söyleyim
Yaz mektup gönder de gönlüm eyleyim
Ne deyim ağlayım bu böyle kalmaz,
Kulların başına gelmedik olmaz.

70-Bulamadım kır atımın gemini
Süremedim gençliğimin demini
Ben sürmedim eller sürsün demini
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına yollarım ırak.

71-Çattım ocağıma hürmetim yoktur,
Döktüm zülfü saçı örenim yoktur
Anamdan babamdan gelenim yoktur
Gayri dayanacak özüm kalmadı 
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....

72-Ekin ektim orak alıp biçmeye
Ayran yaptım, testi ile içmeye
Gavli karar kıldım burdan göçmeye
Ne deyip ağlayım anam alın yazısı
Kader böyle imiş anam onmaz bazısı

73-İçesiğe ben salınıp gezmedim
Haram lokma yeyip uçkur çözmedim
Gesi bağlarını anam sensiz gezmedim
Devşirdim çiçeğim elimde kaldı
Gidiyom gurbete benim nem kaldı?

74-Gesi yokuşunda kumrular uçar
Uçar da haberi ellere saçar
Herkes sevdiğine kucaklar açar
Ne deyim ağlayım ah alnımın yazısı,
Böyle olur anam gelinlerin bazısı

75-Düzlüğünde harman edip savurdum 
Eleyip ısıttım, toprak kavurdum
Koç yiğidi yazılara koyurdum
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötüler’in kahrı çekilmezimiş 

76-Engine yüksekli kayalarımız,
Gam ile yoğrulu mayalarımız.
Doğurmaz olsaydı analarımız,
Neyleyim neyleyim hep anlımın yazısı,
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

77- Mezarımı geniş açın dar olsun,
Etrafı mor sümbüllü bağ olsun,
Ben ölüyom ahbablarım sağ olsun
El kaldır anlımda türlü yazım var
Evvel bir başımdı şimdi körpe kuzum var.

78- Sandıktan basmamı giyesim geldi,
Ayırdı şu dağlar da ölesim geldi
Anam seni artık göresim geldi
Örtün pencereyi esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

79-Gesi bağlarında da açılmış güller
Derdimi söylesem de deli olmuş derler
Şu gizli sevdamı da bilmesin eller
Gel otur yanıma da boyu posu güzelim
Gülerim ağlarım da ah çekerek gezerim 

80-Gesi bağlarında kaynar karınca
İçim kan ağlar anam yaşıtım görünce
Ben bu dertten iflâh olmam, ölünce
Hep yalan mı oldu anam o geçen günler?
Bahçemizde ötmez oldu anam bülbüller.

81-Gesi bağlarında yiğitler gezer
Eller ne bilsin anam yüreğim ezer
Yârim gitti gurbete de hasreti üzer
Ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar,
Varını eliniden anam alsak diyorlar.

82-Gesi bağlarının köpeği olsam
Koklayı koklayı da anamı bulsam
Bulduğum yerde de öpüp koklasam
Ama garip anam yazılara ayabana
Keşke verseyidin köyümüzde çobana

83-Gesi bağlarında da bülbüller öter,
Anamın ekmeğide burnuma tüter
El kadar verseler de o bana yeter
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bir başımdı, bir de körpe kuzum var 

84-Gesi bağlarında yolun sağında
Güller çiçek mi açar yavru bağında
Yavrusu koynunda elin yanında
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim de sürme çekmeyim

85-Gesi bağlarına attım urganı,
Üstüme örttüler gurbet yorganı
Benim anam çifte kessin kurbanı
Ne deyim ağlayım hep anlımın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

86-Gesi bağlarında dikili taşlar
Benden selâm söylen gökteki kuşlar
Gurbetelde kaldı yâren yoldaşlar
Örtün pencereyi esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

87-Her boyadan bir boyalı taşım var
Yaşım küçük ne belalı başım var
Feleğinen döğüşecek işim var
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bir başımdı, bir de körpe kuzum var

88-Anam kirmenini alsın eline,
Tarasın yününü taksın beline,
Gelsin baksın yavrusunun haline,
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varını elinden alsak diyorlar

89-Başına bürünmüş el kadar astar
Asker babasını yavrusu ister
Bir suretin sal da yavruya göster
Neyleyim dünyayı yâr olmayınca
Tomurcuk gül iken koklamayınca

90-Gesi bağlarında salkım söğütler
Oynaşırlar gölgesinde yiğitler
Anam yok ki versin bana öğütler
Neyleyim neyleyim hep anlımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

91-Ocağımı çattım harenim yoktur,
Söküldü zülüfüm örenim yoktur
Kapımdan içeri girenim yoktur
Gel otur yanıma başımın tacı
Ayrılık ekmeği zehirden acı

92- Gesi bağlarında açıldı güller
Sevdiği yanında sefada eller
Hep bize dokanır yâramaz diller
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varını elinden alsak diyorlar

93-Arı olsam her çiçeğe konarım
Yâr yitirdim yana yana ararım
Var mı benim şu Gesi’ye zararım
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

94-Gesi dedikleri bir çatal dere
Ahbablar içinde yüreğim yâra
Çok emekler verdim vefasız yâra
Örtün pencereyi esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

95-Yine suyla doldu sokunun taşı
Silerim de dinmez gözümün yaşı
Benim çekdiklerim bir soysuz yası
Meğer taşa biber ekilmezimiş
Kötülerin kahrı çekilmezimiş

96-Anam beni ne hal ile doğurdu
Çok kapıda hamur edip yoğurdu
Gücüm yeter yetmez işler buyurdu
Gurbet elde neler geldi başıma
Anam yokki şu derdime katıla

97-Anam, mendilimi düremiyorum
Yalnızım, evlere giremiyorum
Anasız babasız duramıyorum
Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

98-Anam yok ki ağıdımı dinlesin
Babam yok ki şikâyetim, inlesin
Şu cahil gönlümü kimler eğlesin
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bi bsaşımdı, şimdi körpe kuzum var

99-Gesi bağlarında gülüm duruyor
Hangi dala yuva yapsam kuruyor
Bülbül bile kadersizi biliyor
Ne deyip ağlayım hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

100-Yazmam gül yaprağı düremiyorum
Yalnızım, eşikten giremiyorum
Sökük sim saçımı öremiyorum
Devşirdim çiçeği aman dalda nem kaldı?
Gidiyom gurbete benim burda nem kaldı?

101-Belletim bağımı yemedim üzüm
Kaynattım pekmezi gelirim güzün,
Garibe vermezler bir salkım üzüm
Neyleyim ağylayım anam alın yazısı
Kader böylye imiş anam onmaz bazısı

102-Bu yıl çiçek çoktur dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan götürmez
Benim bağrım yaz olmuş sitem götürmez
Eğil dağlar eğil yârim, göresim geldi
Siyah zülfüm yüzüne süresim geldi

103-Yazmam gül yaprağı karanfil irenk
Aksine vuruyor devranı felek
Gesi bağlarında Leylâ diyerek
Ah neyleyim anam şu alnımın yazısı
Kader böyle imiş anam onmaz bazısı

104-Çırpını çırpını yuvadan uçtum
Ağlayı ağlayı bu hale düştüm
Getirin anamı babamdan geçtim
Neyleyim neyleyim hep anlımın yazısı
Gülmemiş dünyada anamın kuzusu

105-Gesi bağlarını gördün mü bilmem?
Bahçesinde bağdaş kurdun mu bilmem
Gizli sırlarıma erdin mi bilmem
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmeyen ben o yâri neyleyim

106-Vakit gelmeyince söğüt mü kavlar?
Ciğer yanmayınca gözler mi ağlar?
Oturup ağlasam gözyaşım çağlar?
Gel otur yanıma hallerim söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yâri neyleyim

107-Gesi bağlarında geçemiyorum,
Az doldur kadehi içemiyorum
Anamdan babamdan geçemiyorum
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun

108-Gesi’ye giderken yolun sağında
Güller açmış, nazlı yârin bağında
Yeni değmiş on üç ondört çağında
Gel otur yanıma boyu posu güzelim
Dost düşman yanında güler oynar gezerim

109-Eşik arasında fenerim yitti
Feleğin ettiği gücüme gitti
Bana ettiğini kimlere etti
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

110-Ellerin mektubu gelir okunur,
Benim yüreğime hançer sokulur
Bugün posta günü canım sıkılır
Atma anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

111-Everek’in bayırına düzüne,
Döndüm baktım karlar yağmış izime,
Uyma dedim uydun eller sözüne
Sağ olanlr bir olur kavuşur
Küs olanlar bir gün gelir barışır

112-Gesi’nin etrafı tozlu yol m’ola?
Salını salını gelen yâr m’ola?
Urgan atıp ölsem ölüm zor m’ola?
Şimdi ben anladım onmadığımı,
Daha çilelerim dolmadığını…

113-Gesi’nin evleri kemer kemerdir
Derdim içerimde küme kümedir
Ağlamak dururken gülmek nemedir?
Örtün pencereyi esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

114-Söktüm sim saçımı örenim yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Ağlasam sızlasam görenim yoktur
Doğurmaz olsaydın anam başım belalı
Bur murat almadım anam doğdum doğalı

115-Salkım söğüt gibi dallarım yerde
Gözlerim o yâri gözlerim yolda
Götürün anama evleri nerde?
Gurbet elde neler geldi başıma
Anam yok ki şu derdime katalana


116-Şu dağlara çıksam yolu arasam
Mendilim elimde döne döne ağlasam
Anam yok ki ben derdimi söylesem
Ne deyim ağlayım anam alın yazısı
Kader böyle imiş anam onmaz bazısı

117-Tel tel olur Kayseri’nin Ovası
Yüzüne bakmadım karın doyası
Taze olur evlilerin boyası
Ne deyim de ağlayayım alın yazısı
Gülüp oynamıyor gelinler bazısı

118-Yüce dağ başına gelmesin eller
Bugün efkarlıyım açmasın güller
Diz dize gelip de döktüğüm diller
Ne deyim de ağlayayım bu böyle olmaz
Kulların başına gelmedik olmaz

119-Gesiye gidenin bağrı taş gerek
Altı saltanatlı bir gardaş gerek
Ağlamak dururken gülmek ne gerek
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim

120-Bülbüle su verdim altın tasınan
Yolunu beklerim bir hevesinen
Ocağın başında altın fesinen
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan Allah’tan bulsun

121-Gesi bağlarında gül ile nergis
Sabahlar olmuyor sevdiğim sensiz
Cennetin köşkün de olamam sensiz
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim


122-Kırıldı kanadım kefenem yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Gurbette anamın haberi yoktur
Beklerim yolunu gelene kadar
Çekerim derdini ölene kadar

123-Kütür kütür kırdın felek dalımı
Kimselere diyemiyom halimi
Ben sana ne yaptım Allah zalimi
Neyleyim neyleyim hep alnımı yazısı
Gülmemiş bu dünyada anam kuzusu

124-Gesi bağlarında dolyanıyorum
Yitirdim yârimi aranıyorum
Bir çift selâmına güveniyorum
Eğil dağlar eğil gülleriniz açtı mı?
Benim sevdiceğim burdan geçti mi?

125-Yağmur yağar ince elek tülbentten
Kurtar Allah beni gayri gurbetten
Ölmeyince kurtuluş yok bu dertten
Yol ver dağlar ben gideyem sılâma
Sılâm zümrüt beni sakın kınama



KAYNAKLAR:
1.Mehmet Akif Ersoy, Abdullah Çağrı ELGÜN, İstiklâl Marşı ve İstiklâl Savaşı” 
Kültür Basın Yayın Birlği Yayınları. İstanbul. 1989
2.“TürkDili”, Abdullah Çağrı ELGÜN. Geçit Yay. 1999, Kayseri
3.“TürkDili” , Abdullah Çağrı ELGÜN. Laçin Yay. 2001, Kayseri
4.Milliyetçi Eğitim Sistemi, Prof Dr.Necmettin Hacıeminoğlu, 1874. Sf.100-101
5.Kültür İstilâsı, Abdullah Çağrı ELGÜN, KÜLTÜR BASIN YAYIN BİRLİĞİ 6.Yay.İstanbul 1991
7.Kudüs İlk Kıble” Abdullah Çağrı ELGÜN, KÜLTÜR BASIN YAYIN BİRLİĞİ Yay.İstanbul 1990
8.N.Münir ŞENER 1327, KAYSERİ/Gesi Kasabası
9.Halise ŞENER 1330, KAYSERİ/Gesi Kasabası 
10.Yaşar ŞENER Yaş: 56, KAYSERİ/Gesi Kasabası 
11.Hamdi ŞENER Yaş: 53 KAYSERİ/Gesi Kasabası
12.Hüseyin CÖMERT Yaş: 51, KAYSERİ/Gesi Kasabası
13.Halaoğlu Ahmet OGÜNYaş: 55, KAYSERİ/Gesi Kasabası

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *